Dijital erişilebilirlik vizyonunun yeniden tanımlanışını gösterirken; o makalede şöyle ya da böyle değindiğimiz bazı konuları detaylıca ele almak gerektiğini gördüm. Bu hem özelden ulaştırılan eleştiriler hem de okurken ve düzenlerken kendi kendime vardığım bir karardı. Yardımcı teknolojinin çözüm olarak ele alındığı ilk model ile sistemin kendisinin erişilebilirliği temel bir yapıtaşı olarak kabul ettiği ikinci nesil erişilebilirlik vizyonunun hatalarını ele almalıyız. Hataların ve çözümlerin sürekli yer değiştirdiği bir evrimde, “hangi kilit, hangi anahtar?” Sorusunu buraya bırakıyorum.
Çözüm, Çözümsüzlüğe Doğru İlerliyor
İlk nesil erişilebilirlik vizyonu, yardımcı teknolojinin geliştiricisini de kullanıcısını da kendi yolunu bulmaya iten bir modeldir. Bu modeli anlatmak amacıyla bir ekran okuyucu geliştiricisini ele almak, uzmanı olduğumuz konu olduğundan daha uygun düşecektir.
80’lerin erken dönemi ile başlayan bir süreçten bahsetmiştik. Bu tarihlerde, metin arayüzleri grafik arayüzlerine nazaran daha sık görülüyordu. Apple grafik arayüzlerini deniyorsa da Windows 3.1’e kadar Microsoft cephesinde, Linux dağıtımlarının tamamına yakınında ve kurumsal sistemlerin çoğunda, komut girilmesini bekleyen, cevap olarak 25X 80Y ekranda metin çıktılar veren bir sistem mevcuttu. Bu arayüz sistemi metin girişi ve çıkışı ile hareket ettiğinden, sadece bir şekilde çıkan metinleri seslendirmek gerekiyordu. Bulunan çözüm kabaca çıktı olarak dönen metinleri bir harici donanım üzerinden sese dönüştürüyordu. O zaman ses kartları hem yaygın değildi hem de daha yaygın bir çözüm gerektiği için buna özel bir cihaz geliştirildi. O sentezleyici cihazın içerisindeki teknolojiye belki başka bir yazıda veya En İyi Deneyim içeriğinde değiniriz.
Bu teknolojinin bir sonraki evrimi ise yazılım temelli sentezleyiciler oldu. Ses dalgalarını sistemin kendi içerisinde çalmak mümkün hale geldiğinden ve ses kartları eskisine göre daha fazla bulunabilir olduğundan buna ilerleyebildik. Belki mühendislerin gelişmesi de olabilir. Her ne olursa olsun, artık harici bir cihaza gerek kalmadan sistem çıktılarını ses kartından duyabiliyoruz. O alanın erişilebilirlik sorunları neredeyse tamamen çözülmüş durumda.
İlerleyen dönemlerde, grafik arayüzleri yaygınlaşıyor ve asıl sorunlar ve mücadele ortamı buradan sonra başlıyor. Tamamı görsel nesnelerden oluşan bir sistemin, nasıl sese dönüştürüleceğine yönelik çözümler gerekiyordu, bulundu. Aslında sistemin kendisi basit düzeyde de olsa kendi çözümünü getiriyordu, sistemdeki birçok simgenin aynı zamanda sözel bir ismi de vardı. Bu yönü, yardımcı teknoloji için bir çıkış noktası olabilirdi. “+” Artı işaretine “ileri” etiketi eklenmişse bunu bir şekilde algılamak ve kullanıcıya seslendirilmek üzere sunmak mümkün olabilirdi. Buna yönelik teknolojiler ve sistemler geliştirilirken arayüz teknolojisi gitgide, metinlerden yoksun ve tanıdık hale gelen ikonlarla bezenmeye başladı. İkonlar tanıdık hale geldikçe metinler daha da azaldı. Yetmiyormuş gibi iletişimin yepyeni bir biçimi bulundu ve emojiler hayatımıza girdi. Ekran okuyucu yazılımlar her seferinde farklı sıçramalar yaparak sistem içerisinden bilgi edinmeye çalışıyordu.
Peki bu nedir?
İlk yazımızda da bahsetmiştik, sistemler bir yolunu bulabildiğiniz sürece, üzerinde çalışan süreçleri görüntülemeyi, süreçlerin içerisinden bilgi edinmeyi ve bu bilgileri edinebilmek için gerekli işlemleri neredeyse sistem ile aynı izin seviyesinde, antivirüs yazılımları kadar alt seviyelerde yapabilmeye izin veriyordu. Örneğin Word uygulamasını başlattığınızı düşünürseniz, açık olan pencerenin tüm içeriğini sistemden alarak okuyabiliyor. Bunu 2 farklı metot ile yapabilir. Süreç içine dahil olarak (İn Process) veya sürecin dışında kalarak (Out Process).
İlk metot ile çalışmak için yazılımın sistem dosyalarına müdahale etmesi gerekirken, diğer metot için yazılım ile ekran okuyucu arasında bir köprü kurulur ve ekran okuyucunun istediği tüm bilgiler o köprü aracılığı ile alınır. Süreç dışı model, sürdürülebilir performans için tercih edilse de ekran okuyucunun da içine dahil edildiği bir performans optimizasyonunu gerektiriyordu; zira en az işlemin 2 katı işlem gücü isteyen bir süreç söz konusu.
Süreç içi model ise herhangi bir kısıtlama ile karşılaşmadan elde edilebilen tüm bilgileri almayı ve yorumlamayı sağlıyordu; ancak bir sıkıntı anında tüm sistemi aşağı çeken sorunlar dizisini başlatabiliyordu. Her iki durumda metin ifadesi olmayan ikonlara metin açıklaması, Mouse ile doğrudan üzerine giderek tıklanmak ve göz ile bakmak temeline dayanan tasarımlar, ok tuşları ve diğer klavyedeki dolaşım tuşlarının tamamıyla ekranı tam olarak incelemeye izin vermiyordu. En iyi durumda ekranda bir şeyleri tıklamanızı veya etkinleştirmenizi sağlayan kontrollere gidebilirsiniz; ancak listelere ve onun öğelerine odaklanamazsınız. Bunun gibi sorunlar, ekranda keşif bazlı dolaşmayı engelliyordu ve izin vermiyordu diyemem; çünkü tasarımın kolaylaştırmak için hedeflediği, bir Mouse gibi uzak odak aracı ile odaklanmak, göz ile doğrudan bakmak ve dokunmatik panellerde üzerine dokunmayı kolaylaştırmaktı. Listenin tamamını önce keşfedip sonra seçimini yapması gereken kullanıcı kitlesini geliştiriciler görmezden geldi. Sebep; çünkü çoğunluk inancına dayanan sistem, bu kitleyi kazanmaya değer görmedi veya gözden kaçırdı.
- Ekran okuyucular, sistemin dolaşma tuşlarının yetersiz kaldığı durumlar için ek hareketler geliştirdiler, bunu önceki makalemizde referans olarak verdiğimiz diğer En İyi Deneyim yazılarında okumuş olmalısınız.
- Ekrandaki öğeleri keşfetmek için bir takım teknikler geliştirdiler ve bunlar için farklı teknolojiler kullandılar. Grafik kartını taklit ederek arayüz nesnelerini içeri aldılar. Sistemin sunduğu köprüleme teknolojilerine güvenmeyi tercih ederek veya sistem dosyalarına dahil olarak arayüz nesnelerini gerek sanal bir tampona gerekse canlı bir ekran düzenine sığdırarak keşfetmeyi mümkün kıldılar.
- Türlü türlü sesler ve sentezleyiciler geliştirerek kullanıcıya daha konforlu bir dinleme deneyimi sundular.
- Dinlemeyi tercih etmeyenler ve daha alternatif bir giriş çıkış sistemine ihtiyaç duyanlar için Braille ekran gibi bir teknoloji sundular.
- Çok fazla hareket yapmayı gerektiren durumlar için süreçleri kısaltan, otomatikleştiren veya daha basite indirgeyen ek geliştirmeler için eklenti ve script desteği sağladılar. Bu Üretken kullanıcıların ve Profesyonel kullanıcıların kendi çözümlerini oluşturmasını sağladı.
- Ekran okuyucu geliştiricisi ve hizmet geliştiricisinin yetişememesi ihtimaline karşı, ekran okuyucunun tanıdığı; ancak tanımlayamadığı nesneler için kendi açıklamalarını ekleme becerileri sağladılar.
Peki neden ekran okuyucuyu ele alıyoruz?
Aslında ekran okuyucu teknolojisi, teknik olarak ve deneyim bazında düşündüğümüzde; geliştirmesi ve çalıştırması daha zor bir teknoloji. Tam olarak televizyon yayınını sürekli olarak radyoya aktarmak gibi düşünülebilir. Kayıp olmadan, hatta mümkün olduğunca birbirlerinin doğasına ve gelişmelerine uygun olarak.
Örneğim kafa ve göz hareketlerini sistemi kullanabilmek için imleç hareketine dönüştürmek bir fizik teknolojisi gelişimidir. Üstelik yapay zeka ve nörolojik bağlantı kurabilen implantlar sayesinde sinir sinyallerini de yapay zeka ile yorumlamak mümkün. Ayrıca olaylara ek altyazı veya açıklayıcı imgeler geliştirmek ise sadece bir deneyim analizidir.
Tüm bunlara karşın, ekran okuyucu iyi bir süreç analizi, deneyim araştırması ve teknik beceri gerektirir. Bunun oluşturduğu bir travma da var, ileride özellikle sonuç bölümünde bunu da ele alacağım.
Yardımcı teknolojilerin çalışması, tamamen sistemin çalışma süreçlerinin içine dahil olabilme yeteneğinin üzerine inşa edilmiştir. Başlarda sistem geliştiriciler tarafından desteklenen bu model, git gide illegal bir şeye dönüştü. Sistemin içerisine dahil olan her bir alt seviye işlem, sistem üreticiler tarafından tek tek ortadan kaldırılmaya başladı. Bu hem temel siber güvenlik unsurlarının bir gereğidir hem de fikri mülkiyet haklarını korumak için üreticilerin ana sistem üreticilerinden istediği bir şeydir. Dolayısıyla İn Process modeli tamamen çökme tehlikesi ile karşı karşıyadır. Belki bir gecenin sabahında olacak kadar yakın bir gelecekten bahsetmiyoruz; ancak yumuşak bir geçiş sürecinin ilerleyen aşamasında olduğumuz kesin. Önceden kullanıcıdan izin alınarak açılan tüm kilitler, şimdi kullanıcının asla haberdar olmadığı temel yapı taşlarına dönüşüyor. Sistemi daha güvenli yapmak ve herkes için uygun bir ortam olduğunu kanıtlamak için sistem üreticilerinin gizliden gizliye kullandığı bir silah.
Ana üreticinin sistemi açık tutması gerektiğine inanan bir topluluk olsa da banka hesaplarının boşaltılmasına karşı tedbir alınması gerektiğinin herkes farkındadır.
Kaldı ki ilk model erişilebilirlik vizyonunun teknik detaylarını verdiğimiz az önceki bahisten de anlarsınız. Bu sistem 3’üncü taraf üreticiye ve kullanıcının bizzat kendisine daha fazla sorumluluk yükler. Adeta sorunun çözümü için onları yalnız bırakır. Çalışmayan ve çalışamayan bölümlerini her zaman kendisi tamir etmek zorundadır.
Her gün daha fazla üreticinin, daha fazla hizmetin, üstelik web gibi bir teknolojinin varlığında bunun katlanarak artan bir hızda piyasaya çıkması gibi bir durumla karşı karşıyayız. Bir fikrin ortaya atılma zamanının bu kadar önemli olduğu bir dünyada, fikir sahipleri erişilebilirlik gibi teknik detayların uygulanabilirliğine fazlasıyla kafa takarlar. İşte tamda böyle bir ortamda, tek sorun üretilen hizmetler ve geliştirilen sistemler değil, sosyal medya gibi bir evrende üretilen içerikler de sorundur. Birbirine entegre olan dünyada bütün kültürlerin aynı bilinç ve anlayış düzeyine ulaşmasını beklemek zor. Teknik detaylara dikkat edilmeden yayınlanan; yeni ve hiçbir standarda uymayan özgün tasarımlar; dünyanın en ücra köşelerinde geliştirilen iş ve işleyiş modelleri; akşamdan sabaha geliştirilen fikirler ile geliştirilen hizmetler; her gün, herhangi bir yerde kullanıcının erişimine açılan sistemler; servis edilen ses , video , resim gibi içerikler; İşte böyle bir dünyada el ile büyütülen bir arşive bunları eklemelisiniz.
Belki de en büyük sorun; bizzat eğitimde, üretimde, tüketimde farklı engellemeleri aşmak üzerine geliştirilmiş teknolojilerin kendisi, ekran okuyucu kullanışının eli ayağıdır.
Bu olayı bir yere bağlamadan ikinci erişilebilirlik vizyonunu inceleyelim.
Maymuncuk Kimin Elinde
2021 ile birlikte yaklaşık 5 yıllık bir geçmişe sahip olan ikinci nesil erişilebilirlik vizyonu, Apple’ın ürün stratejisinden ilham alır. Gün geçtikçe vizyonu oluşturan farklı parçalar bir araya gelmiştir.
- Ekran okuyucu ve diğer yardımcı teknolojiler için ihtiyaç duyulan nitelikleri, sistemin geliştirilme aşamasında tanımlamak.
- Yardımcı teknolojiler için yetenekli arayüz köprüleri geliştirmek.
- Sistem üreticilerince sağlanan çözümlerin diğer sistem kaynakları ile tam entegre olması.
- Ana sistem üreticilerince desteklenen erişilebilirlik çözümleri ve geliştiricilere sunulan destekleyici fonksiyonların uygulanabilirliği artırdığı ve uygulayan kişi sayısını artırdığının görülmesi.
- Çeşitli araştırma konsorsiyumlarının kurulması ve uygulanabilir standartlar ortaya koyabilmesi.
- Belirlenen standartların uygulandığı takdirde çözüme ulaştırması.
- Gün geçtikçe üreticilerin daha fazlasının uçtan uca entegrasyon, güvenlik kilitleri ve temel sistem anlayışının genişlemesi ve bunun korunması gereksiniminin oluşması.
Yukarıda saydığımız durumlar ve daha fazlası, ana sistem üreticilerinin erişilebilirlik vizyonunu üstlenmesini gerektirdi. İlk başta güzel bir jest olarak sunulan bu olay, git gide sorumluluğa dönüşmüştür. Bununla birlikte, ana sistem üreticilerinin neredeyse tamamının yardımcı teknoloji uzmanlıklarının olmayışı ciddi bir sorunu ortaya çıkardı. Yetersiz ve yanlış çözümler. Çözümlerin doğrusunu uygulamak ciddi zaman almıştır. Birçok üretici başlarda ortaya koyduğu teknoloji geliştirme performansını daha sonraları, şöyle veya böyle nedenlerle koruyamamıştır. Bu durum sonucu kullanıcı kitlesinde, ana geliştiricinin erişilebilirliği koruyacağına dair güven sarsıldı. Bu güveni sarsan ve ortaya çıkan sonuçlar:
- Google’un dahili ekran okuyucusuna neredeyse üvey evlat muamelesi yapması, harici geliştiricilerin istenen geliştirmeleri yapmasına, açık kaynak kodlu olduğu bilinen bir sistemde dahi izin vermemesi.
- Apple, Microsoft, Oracle ve Adobe gibi ana üreticilerin başta ortaya konulan erişilebilirlik vizyonuna o kadar da sahip çıkmaması.
- Üreticilerin erişilebilirlik yeniliklerini ve yol haritalarını net bir şekilde açıklamamaları.
- Ortaya çıkan erişilebilirlik sorunlarının sonradan çözüme kavuşturulması.
- Erişilebilirlik sorunlarının çözümlenmesinin ürün çıkış tarihinden çok sonraya kalması.
- Ürün ile ilgili erişilebilirlik niteliklerinin resmen aranıp bulunması.
- Erişilebilirliğin genişletilmesini sağlayan yerleşik teknolojilerin geliştirilmesi, sisteme, yardımcı teknolojiye ve kullanıcı kitlesinin deneyimine hakim olmayı gerektiren bir uzmanlık birikimine de sahip olmayı gerektirmesi. Bu birikimin istihdam politikaları ve geribildirimler ile sisteme dahil edilmesi gerekirken, bu süreçlerde yaşanan kopukluklar.
Bu gibi sorunlar, kullanıcıların ikinci nesil erişilebilirlik vizyonuna olan inancını zayıflatsa da söz konusu erişilebilirlik vizyonu daha çok yuvarlak masa toplantısı ile değil, hayatın günlük akışı içerisinde oluşmuştur.
Ana üreticilerin ne kadar bu vizyonu sahipleneceğini bekleyip göreceğiz, ancak geçtiğimiz yıla hakim olan ve önümüzdeki birkaç yıl daha izlerini hissedeceğimiz COVİD 19 salgın ortamı, şirketler içerisindeki iletişim ortamını bozmuş ve olan hiçbir şeyin olması gerektiği gibi olmaması sonucunu ortaya çıkarmıştır. Planları ve hedefleri erteleten ve öncelikleri değiştiren bu süreç de yine acil durumlarda kapıya hücum edilip koşamayanların ezilmesine sebep oldu.
Sonuç
Her teknoloji, kendisinden önceki sorunun anahtarı olmayı hedefleyerek çıkar; ancak erişilebilirlik teknolojileri için sürekli çözümler, bir süre sonra sorunun kendisine dönüşmüştür. Yine de, kullanıcılar her zaman alışık olduğu düzenleri bir şekilde korumayı başardılar. Geliştiriciler ve yarı üretken kullanıcılar belli uzmanlık alanları geliştirdiler. Bu sürekli sistemi tarama, sorunu çözmek için ekran okuyucunun yeteneklerine güvenme gibi bir beklenti oluşturdu. Bu yüzden belli bir kullanıcı kitlesi için tam işlevsel bir ekran okuyucudan ziyade, ekran okuyucu ile uyumlu çalışan sistem gerçeğini kabul etmek kolay değildir. Bu gerçeğin kabul edilmesi, sistem üreticilerinin teknolojileri duyurdukları kadar hızla geliştirmemesinden kaynaklı da zorlaşır.
Her sürümde bahsi geçmeyen bir erişilebilirlik yeniliğini bulmayı hedefleyen kullanıcı, “nasılsa erişilebilirlik için yenilik yoktur” anlayışına doğru hareket eder. Bu süreçte, alışkanlıkları kadar sistemi kullanan kullanıcı bir süre sonra sistemi tamamen terk eder. Terk etmese bile sürekli sorun yaşadığınız kullanıcı kitlesine dönüşür.
Bu yazının bir kısmı üreticilere, bir kısmı kullanıcılara, tamamı da meraklılarına sunulmuştur. Bununla birlikte, Yardımcı teknoloji kullanan kitlenin, erişilebilirlik vizyonunun gelişiminin getirdiği faydaları daha hızlı görmesini sağlamak için teknoloji geliştiricilerin erişilebilirliği daha çok öncelemesi gerektiğini vurgulamaya çalıştık; buna karşın, yaşanan sorunların kullanıcıların sistemlere dair güvenini kaybetmesine sebep olduğunu da vurgulamak istedik. Bunları alt alta yazdığımızda çok tutarlı bir tablo sergilenmese de artık eskiye nazaran ortası daha dolu bir şekle baktığımız da gerçektir.